GİZLİ BİR HÜZÜN: VIRGINIA WOOLF

0
İngiliz feminist, yazar, romancı ve eleştirmen Virginia Woolf (1882-1941)

Virginia Woolf deyince akıllarda çok renkli bir portre canlanıyor. Her renk var bu portrede fakat kimi zaman hüzünlü renkler ağır basıyor. Woolf’un eserlerinden taşan zekâsına ve şapka çıkartılacak bilge cümlelerine yakıştıramıyor insan bu hüznü. Ancak yazarın kendine has üslubunda gizli bu hüzün, onun bir parçası. Kadının sesini edebiyat dünyasına taşıyan Virginia Woolf’u gelin beraber tanıyalım…

ÇOCUKLUĞU…

Virginia, 25 Ocak 1882’de Julia Duckworth ile Leslie Stephen çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde anne ve babası ona ”Adeline Virginia Stephen” adını verdi. Halbuki ilk iki çocukları Vanessa ve Thoby’den sonra bir daha çocuk sahibi olmayı istememişlerdi. Ama o dönemin doğum kontrol önlemleri pek kusursuz değildi. Sir Leslie Stephen Victoria devrinin tanınmış yazarlarındandı. Virginia’nın annesi de babası da daha önce başkalarıyla evlenmiş, ikinci evlilikleri olarak birbirlerini bulmuşlardı. Her ikisinin ilk eşlerinden de çocukları vardı.

Julia çok güzeldi ve entelektüelliğiyle ayrıca göz dolduruyordu. Leslie ise, uzun be gür sakallarıyla çok dikkat çekici bir erkekti. Kader onları Hyde Park Gate’in 20 ve 22 numaralı evlerinde komşu olarak buluşturdu. Birbirlerini beğenmeleri kaçınılmazdı. Yaşadığı acılar öylesine ortaktı ki, kaderin onlara sunduğundan çok daha fazla sevdiler. Julia ve Leslie, 26 Mart 1878’de evlendi. Julia ve Leslie’nin 5 çocukları oldu.

VIRGINIA’NIN AİLE YAPISI…

Düşünürüm ki, her yazar ailesinde gördüklerinden yola çıkarak yazmaya başlar. Franz Kafka nasıl da tüm ömrünü babasına kamçıladığı onulmaz yaralarla geçirmiştir, her satırında okuruz mesela. Bir insanı ilk etkileyen içine doğduğu ailedir. Virginia ise doğmakla kalmamış yaşadığı dönemin koşullarından mütevellit, eğitimini dahi burada aldığından gözlemleyecek ve sindirecek fazla zamanı olmuştu. Virginia Woolf’un hayatını anlatırken böyle bir başlık açmamın sebebi de işte tam olarak bu. Çünkü Virginia’nın ailesinde yazılası çok karakter vardı. Belki de işte bu yüzden Virginia, yazar olacaktı. Bir yazar olduğunda karakterlerini uzakta aramaya gerek olmayacaktı. Yedi tane hizmetçi, etrafında gördüğü bir sürü yetişkin kadın ve bir de silik suretleriyle çalışan erkeklerle kadro kalabalık ve hikayeler derindi. Ergen yaşlara geldiğinde üvey erkek kardeşinin asla istemediği Virginia seviciliği vardı mesela. Gün gelip de bu olayı yazmak istediğinde kendisini tanımlamak şöyle bir cümle kullanmıştı Virginia: ”Durmadan dalga yapan, kaba saba bir balinayla aynı akvaryuma hapsedilmiş talihsiz bir küçük balık…”

İçinde bulunduğu dönemi bir çocuk, bir ergen, bir yetişkin ve bunların yanında bir yazar olarak yaşarken çok fazla gözlemlemiş ve bazı tespitlerde bulunmuştu. Kadınlar ikinci sınıf olduklarına göre okuyamazdı. Tıpkı kendisinin geçtiği yollar gibi. Her şey bir yana o şanslıydı bile. Ama erkekler için düzen farklı işliyordu. Sonunda şöyle bir görsel belirdi gözünün önünde; akrabalarından her biri ”bir makineye sokulmuş ve altmış yaşlarında bir müdür, amiral, bir kabine üyesi, bir yargıç olarak çıkmış” robotlardı. Entelektüel akraba çevresinin içinde en çok babasıydı gözünde çoğalıp çoğalıp büyüyen. Çünkü babası çok çalışkandı. Victoria dönemi için de mükemmel bir keşif olmuştu. Çünkü Leslie, günde 8000 kelimelik bir makale çıkarabiliyordu ve bu editörü olduğu The Chornhill Magazine için çok iyi bir etiketti.

VIRGINIA ANNESİNİ KAYBEDİYOR…

Elbette her şey bu kadar güzel giderken gölge olacak etmenler de lazımdı hayata. İşte bu etmenlerin adı Virginia’nın hayatında George ve Gerald idi. Üvey abileriydi ve ondan 14 ve 12 yaş daha büyüktüler. Her ikisi de Virginia büyüyüp serpildikçe onun yeşil gözlerini, dolgun dudaklarını, güzel bir kıza dönüşümünü çekici bulmaya başlamışlardı. İşte tüm bunların arasında bir yerde bir gün annesi Julia, taşıdığı yüklerden yoruldu. Annesi öldüğünde Virginia, 13 yaşındaydı. Ansızın gelen bu ölüm, Virginia’nın hayatında yaşadığı ilk sarsıntıydı. Sadece o değil, birden bütün ailenin dudakları üzerine sessiz bir parmak ilişti sanki, her birinin dilini lal eden. Herkes ona susması emredilmiş gibi sustu. Artık aynı evde yaşayan ve sessizce acısını çeken bir kalabalık vardı.

Bu sessizlik yeminin ortasında Virginia yaşamının son yılında bir kez daha hatırına getireceği o çirkin günü yaşadı. Gerald, Virginia’yı yemek odasına uzanan holde bulunan bir yükseltiye çıkartıp oturtmuştu. Virginia, orada öylece otururken Gerald ellerini Virginia’nın vücudunda dolaştırıyordu. Parmakları en gizli dehlizlere dalana kadar kendini geri çekmedi. Her şey bir anda yaşanıp bitmişti. Geriye Virginia’nın hafızasına yıllarca utanç olarak yapışıp kalacak bir duygu kaldı.

EĞİTİM HAYATI…

Kız kardeşi Vanessa, daha küçücükken ressam olmaya karar vermişti. Ama Victoria devrinde yaşıyorlardı. Bu dönemde İngiltere için kadın ikinci plandaydı ve kız çocukları okula gönderilmezdi. Haliyle Virginia ve kız kardeşleri de okula gidemedi. Babaları onlara eğitimi kendi kütüphanesinde verme çözümünü buldu. Virginia kendisini geliştirmeyi böylece başarabildi. Vanessa ressam olmak istediğini söylediğinde Virginia’nın dudaklarından da yazarlık sözcüğü parlak ışıklar gibi dökülüverdi. Babasının kütüphanesi, Virginia’nın renkli ışık huzmelerini saldığı, dibi çakıl taşlarıyla dolu kuyusuydu. Bu kitap okyanusunda kendini en güzel renklere boyadı ve cümleleri şenlendi.

İşte bu eğitimle, 1895’te, henüz 13 yaşındayken bir gazetede yazdığı kısa hikayeleri yayınlatıyordu. Victoria devrinde sürdürülen yaşam koşullarına karşıydı. Yazdığı her hikaye buradan şekil alarak oluşuyordu. Bundan sonra yazacaklarında da bu dönemin etkisi elbette olacaktı.

VIRGINIA BABASINI KAYBEDİYOR…

Leslie, kendini Julia’nın ölümünden sonra toparlayamadı. Yaşlanmıştı ve artık mutsuzdu da. Kendisini terk edilmiş hissediyordu. Davranışları da giderek anlamsızlaşıyordu. Artık sessizliğinin üstüne bir de duymaz olmuştu. Virginia 18 yaşındaydı. 1904’te, Virginia 22 yaşındayken, Sir Leslie Stephen kanserden öldü. Aslında babası o 18 yaşındayken ölmüş gibiydi. Ama yine de, hani denir ya, gölgesi yetiyordu. Leslie, Virginia için bir babadan çok fazlasıydı. Onu cahilliğe mahkum etmeyen öğretmeniydi aynı zamanda. Virginia ise, bir yazar olarak babasının emeklerinin karşılığı olacaktı.

Ama bir yandan da annesiz babasız kalmıştı. Babasından iki yıl sonra çok sevdiği ve hayran olduğu abisi Thoby de öldüğünde Virginia daha da yıkıldı. Artık kendini hiç güvende hissedemeyecekti. Bütün bu ölümlerden sonra yaşadığı tacizler Virginia’yı kolay incinir bir kadına dönüştürmüştü. An geliyor kendini kaybediyor, akıl hastalığına davetiye çıkarıyordu.

EVLİLİĞİ VE HASTALIĞI…

Virginia 10 Ağustos 1912’de Leonard Seylan ile Londra’da St. Pancra Mahallesindeki nikah dairesinde evlendi. Virginia aslında en doğru kararı vermişti ve bunu da yıllar geçtikçe anlayacaktı. Çünkü Leonard ona bir kocadan fazlası olacaktı. Virginia, onu geri kalan ömründe idare edecek, her şeyine koşacak o kişiyi bulmuştu. Leonard, ilk kitabını çıkarmak isterken yaşadığı buhranları bildiğinden işe buradan koyuldu. Virginia için bir basımevi kurdu. Böylece Virginia yazdığı kitapları yayınlatabilir, Leonard’ın desteğiyle de beğenilmeme korkusunu aşabilirdi.

Leonard, Virginia’nın hayatının yönetimini eline almıştı artık, her şeye o karar veriyordu. Çünkü Virginia’nın ne zaman hangi ruh halinde olacağı belli olmuyordu. Virginia için bu iyi bir yaşam şekliydi, ama bir yandan da zordu. Virginia 9 Eylül 1913’te ikinci kez intihar etti; henüz evliliklerine 1 yıl olmuştu. Yaşamının çıkmazda olduğunu düşünüyordu. İlk intiharı gibi değildi, ciddiydi. Ama şansı vardı ki, Leonard vardı. Yuttuğu hapları cerrah bir arkadaşları ile beraber Virginia’nın midesini yıkayarak temizlediler. Bu işlem Leonard için ölümden beter zamanlar içeriyordu, saatler sürdü. Ama Virginia kurtulmuştu.

Beşinci ağır bunalımını yaşadığında bakımevine gidemeyecek kadar hastaydı. Artık bakımevi yeterli olmayacaktı, tımarhaneye kapatılması gerekiyordu. Bunun kararını verecek isim de kocası olarak Leonard’dı. Leonard’ın gönlü onu bırakmaktan yana değildi. Bu sırada da Virginia’nın üvey kardeşi George, Susex’deki evini onlara verdi. Belki bu delirmede payı olduğunu düşündüğü için vicdanını rahatlatmak istiyordu, kim bilir… Her neyse işe yaramıştı. Leonard, Virginia’ya bu evde rahatça bakabilirdi. Burada 2 ay kaldılar.

VIRGINIA’NIN ÖLÜMÜ…

İntihara bu kadar meyilli bir ruhun nasıl öleceği en başından belliydi aslında; elbette bir gün intihar edecekti. Virginia 28 Mart 1941’de intihar etti. 28 Mart Cuma günü, Leonard, evin bahçesiyle ilgileniyordu. Virginia’ya da evde kalmasını söylemişti. Ama Virginia bir süre sonra yürüyüşle çıktı. Irmağa kadar yürüdü. Ceketinin ceplerini taşlarla doldurdu ve suya daldı. Yavaş yavaş suyun onu çekmesine izin verdi. Leonard, öğle emeği için eve döndüğünde şöminenin üzerinde intihar mektubunu buldu ve hemen ırmağa doğru koşmaya başladı, ama yetişemedi. Cesedini üç hafta sonra çayırda oynayan çocuklar buldu.

Leonard, çok üzgündü. Virginia’nın cesedinin küllerini Monks House’un bahçesinde karaağaçlardan birinin hemen yanına gömdü. Mezar taşında ”Dalgalar” kitabından bir cümle yazdı: ”Kendimi sana doğru savuracağım., yenilmeksizin ve boyun eğmeden, ey ölüm!

VIRGINIA’DAN SON MEKTUP…

Virginia, intihar etmeden önce biri Leonar’a, diğeri Vanessa’ya iki intihar mektubu bıraktı. Mektubunda yeniden sesler duymaya başladığından söz ediyordu. Leonar’ı ise mutsuz ettiğine inanıyordu. Bunca işinin gücünün arasında bir de kendisine bakmakla uğraşmasını istememişti. İşte Leonard’a yazdığı son mektupta şöyle yazmıştı:

En sevdiğim,
Yine delirecekmişim; bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve sanki giden zamanı geri çeviremeyeceğim. Sesler duymaya başlıyorum ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapmam gereken şeyi yapıyorum. Banma verebileceğin en büyük mutluluğu verdin. Kimsenin yapamayacağı şeyleri yaptın. İki insanın birlikte daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Ben artık savaşamayacağım. Biliyorum, senin hayatını mahvediyorum, bensiz daha mutlu olacaksın. Görüyorsun bu mektubu bile doğru düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum. Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçlu olduğumu söylemek isterim. Bana karşı inanılmaz sabırlısın ve iyisin. Şunu söylemek istiyorum, -aslında herkes biliyor- eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa, bu sen olurdun. Her şey beni terk edip gitti, ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.

Bunlar, Virginia’dan Leonard’a kalan son cümleler oldu. Sevginin, aşkın, bağlılığın ne olduğunu yaşayan ve yaşatan bir adam için eksik bile kalırdı. Belli ki, Virginia kendince Leonard’a borcunu ödüyordu.

Yazdıklarıyla, karışık aklından geçenleriyle, bir Virginia Woolf geçti bu dünyadan…

Hazırlayan: Furkan Tutar
Kaynak: DAMLA KARAKUŞ, THE COURTAULD, JOURNAL DIVERSITY IS BEAUTIFUL

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz